KUR’ÂN-I KERÎM’IN EN BÜYÜK VE EN DEVAMLI MUCIZE OLUŞU
Peygamberimiz (a.s.):
“Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona, insanların iman etmek zorunda kaldığı mucizelerin bir benzeri verilmemiş olsun!
Bana verilen mucize ise, Allah’ın bana vahyettiğidir, Kur’ân’dır!
Bunun için, Kıyamet günü, Peygamberlerin en çok ümmetlisi ben olacağımı umarım!” buyurmuştur.[398]
Her peygamberin, zamanına göre, peygamberlik dâvasını ispatlayacak bazı harikuladeleri, mucizeleri vardır; asanın yılana çevrilmesi gibi.
Musa (a.s.)ın zamanında sihir yaygındı. Bunun için, Musa (a.s.) sihirden daha üstün ve baskın olan bir mucize getirip, muhataplarını iman etmek zorunda bırakti.[399]
İsa (a.s.)ın zamanında tıp (doktorluk) yaygın ye üstündü. Bunun için, İsa (a.s.), doktorluktan daha üstün ve baskın olan bir mucize getirdi: Ölüyü diriltti.
Muhammed (a.s.)ın zamanında ise, fesahat ve belagat yaygındı.[400] Bunun için, Peygamberimiz Muhammed (a.s.), kavmine, bir fesahat ve belagat mucizesi olan Kur’ân-ı Kerîm’i getirdi.
Peygamberimiz Muhammed (a.s.)dan önceki peygamberlerin mucizeleri kendilerinin vefatlarıyla sona ermiş, onları, o zaman hâzır bulunanlardan başkaları da görmemişlerdir.
Peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın mucizesi olan Kur’ân-ı Kerîm ise, Kıyamet gününe kadar devam edecektir.[401]
Önceki peygamberlere verilen mucizelerin benzerleri ya suretçe, ya da hakikatça, kendilerinden öncekilere de verilmiş bulunuyordu.
Kur’ân Kerîm mucizesinin benzeri ise, daha önce hiçbir peygambere verilmemiştir.[402]
Kur’ân Kerîm; yalnız fesahat ve belagat yönünden değil, her yönden de bir benzeri daha ortaya konulamayacak bir mucizedir.
Yüce Allah, bu gerçeği Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle açıklar:
“(Ey Resûlüm!) de ki: Andolsun, insanlar ve cinler, şu Kitabın benzerini vücuda getirmek üzere biraraya toplansa ve birbirlerine yardımcı da olsalar, yine de onun benzerini getiremezler!
Şanıma andolsun ki, Biz bu Kur’ân’da, insanlar için her mânâda nice türlüsünü açıklamışızdır.
İnsanların pek çoğu ise, kâfirlikte ayak dirediler.”[403]
Ebu Ubeyd’in bildirdiğine göre; bir çöl Arabi, bir zâtı “Fasda1 bimâ tü’meru ve a’riz ani’l-müşrikîn=Şimdi, sen, sana emrolunanı açığa vur! Müşriklerden yüz çevir!” (Hicr: 94) âyetini okurken işitince, hemen secdeye kapanır ve:
“Ben, onun fesahatindan dolayı secde ettim!” der.
Başka birisi de:
“Felemmestey’esû minhü halesû neciyyâ=Vaktâ ki, ondan umutlarını kestiler, fısıldaşarak bir yana çekildiler” (Yûsuf: 80) âyetini bir adamdan işitince:
“Ben şehadet ederim ki; bu sözün benzerini bir yaratık söylemeye güç yetiremez!” demiştir.
Bir cariyeden dinlediği kelamın fesahatına hayran olarak:
“Allah aşkına, sen ne kadar da fesahatlısın!” demekten kendini alamayan Asmaîye, cariye:
“Ve evhaynâ ilâ ümmi Mûsâ en erdnhife izâ hıfti aleyhi fe elkîhi fi’l-yemmi ve lâtehâff ve lâ tahzenî. İnnâ râddûhü ileyke ve câilûhü mine’l-mürserîn=Mûsâ’nın anasına: ‘Onu, emzir. Sana onun hakkında bir tehlike gelince, kendisini denize bırak. Korkma. Kederlenme. Çünkü, Biz, onu yine sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız1 diye vahyettik1 (Kasas: 7) kavlinden sonra, şu benimki, bir fesahat mı sayılır?” demiştir.
Gerçekten de, bu bir tek âyette; iki emir, iki nehiy, iki haber ve iki müjde birleştirilmiştir.[404] Peygamberimiz (a.s.)ın mucizesi sadece Kur’ân-ı Kerîm’den ibaret bulunmadığı ve daha birçok mucizeleri olduğu halde, hadis-i şeriflerinde yalnız Kur’ân-ı Kerîm’i anmakla yetinmeleri, onun mucizelerinin en büyüğü ve en yararlısı oluşundan; dine daveti, delil ve hücceti hâvi bulunuşundan; Kıyamet gününe kadar, hâzır ve gaip, herkesin ondan yararlanışındandır.[405]
Kur’ân-ı Kerîm’e Kur”ân isminin verilişi; İlahî Kitablar arasında, Kitabların, belki bütün ilimlerin semerelerini içinde toplamış olduğu içindir. Nitekim, Yüce Allah:
“Ve tafsile külli şey’in=Herşeyin tafsilidir;” (Yûsuf: 111),
“Tibyânen li külli şey’in=Herseyin apaçık bir beyanıdır” (Nahl: 39) buyurmuştur.[406]
Peygamberimiz (a.s.) da:
“Bana, Tevrat yerine es-Sebi1 verildi.
Zebur yerine, Miun verildi.
İncil yerine, Mesâni verildi.
Mufassallar da, fazla olarak verildi” buyurmuştur.[407]
Kur’ân Kerîm’in sûreleri, âyetlerinin çokluğuna göre dörde ayrılır:
1)Tuvel,
Miun,
Mesani,
Mufassal.
Bakara, Âl-i İmrân, Nisa, Mâide, En’âm, A’râf ve Yûnus sûrelerine uzunluklarından dolayı “Seb’u’t-tuvel=Yedi uzunlar” denir.
Kur’ân-ı Kerîm’in yüzden fazla veya yüze yakın âyetli; Berâe (Tevbe), N ahi, Hûd, Yûsuf, Kehf, İsrâ, Enbiyâ, Tâhâ, Mü’minûn, Şuarâ ve Sâffât sûrelerine ise Miun (Yüz âyetliler) denir.
Miun sûrelerinden sonra gelen ve yüzden az âyetli sûrelere Mesani denir.[408]
Kur’ân Kerîm’in yüzden az âyetli Mesani sûrelerini sık sık takip eden ve aralan Besmele ile ayrılmış bulunan kısa sûrelerine Mufassal sûreler; ve bunların uzunlarına uzun Mufassallar, orta uzunlukta olanlarına orta Mufassallar, daha az âyetli olanlarına kısa Mufassallar denir.[409]
Hakikat ehline göre; Kur’ân-ı Kerîm bütün hakikatları kendisinde toplayan ledün ilminin de icmali ve özetidir.[410]
Hz. Ömer’in “ilimle dolu dağarcık!” diyerek takdir ettiği,[411] Ashab-ı Kiramdan Abdullah b. Mes’ud:
“İlim isteyen, Kur’ân’ı incelesin! Çünkü, öncekilerin de, sonrakilerin de ilmi, onun içindedir!” demiştir.[412]
Abdullah b. Mes’ud’un da “Kur’ân’ın ne güzel tercümanıdır!” diyerek takdir ettiği ve ilminin çokluğundan dolayı Bahr (deniz) diye anılan[413] ve Hz. Ömer tarafından da müşkil meselelerde çağırılıp görüşü alınan[414] Abdullah b. Abbas da:
“Eğer bana ait deve dizbağları yitecek olsa, muhakkak, orada, Yüce Allah’ın Kitabında bulurum!” demiştir.[415]